Alıştığımız bayramlar gibi olmasa da bir Ramazan Bayramı’nı daha geride bıraktık. Zamanın bize zoraki geride bıraktırdığı ne çok şey var değil mi, düşününce insanın içi burkuluyor doğrusu.
Zaman ve zorunluluklar sebebiyle geride bırakmak zorunda olduğumuz birçok şeyi aslında geride bırakamıyoruz çoğu kez. Evet belki bazılarını bırakmamamız da gerekiyor ama çoğunu zamanın iyileştirici ellerine güvenle bırakmak, gelen günleri, gelen hadiseleri daha anlamlı daha doğru yaşamak anlamına gelecektir aslında...
Geçmiş, yaşanmış ve anılar sınıfına girmiş bir şeydir. Geçmişi geride bırakmak dediğimizde, bazı insanlar tarafından geçmişi unutmak anlaşılıyor. Hayır unutmakla geride bırakmasını bilmek arasında önemli bir fark var. Unuttuğunuz zaman, bugün sizi, şu olduğunuz insan yapan tüm tecrübelerinizi yok saymış olursunuz. Bu yok sayma, insan ruhunu hasta eden bir şeydir. Geride bırakmaksa, artık yaşanıp bitmiş bir şeyi değiştirmenizin mümkün olmadığını kabul etmektir. O gün, orada yaptığınız seçimi ve sonucu beğenmiyorsanız, bir daha ki sefere beğeneceğinizi düşündüğünüz seçimi yapmak için, çıkarım yapabilmek için geçmişi olduğu yerde bırakmak önemlidir.
Tüm bu geride bırakmakla ilgili konuşmadan sonra, son yazımın son satırlarına dönmek istiyorum müsadenizle:
“Neden? Çünkü “İslam”ın yaşandığı, yaşanmaya çalışıldığı yerler buralar. Peki Allah ne diyordu inanan kullarına, Muhammed Suresi 7. Ayet’inde: Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit tutar/kaydırmaz.
Düşünelim şimdi, size tek bir sorum var: Burada ne oluyor o zaman? Allah (haşa!) vaadinden mi döndü?
Düşünün ve bir daha ki yazıda bunu konuşalım…”
Bunlar bir önceki yazımın son satırlarıydı, hatırlarsanız. Peki ne yaptın sevgili okur, düşündün mü? Yoksa, hayatın akışı içinde, rutinlerini yaşayarak devam etmeyi mi seçtin? Düşünmenin yükleyeceği sorumluluklar, gözünü mü korkuttu? Hayatının tüm sorumluluklarını kabul etmek ve bir daha kimseyi suçlamamak anlamına gelecek bu eylemi yapmaktan korktun mu? Kim bilir belki hazır değilsindir. Sen hazır olana dek duracak, devam etmeyecek bir zaman diliminde yaşamıyoruz ama, bunu da hatırlatmak isterim.
O gün şahsıma da sormuştum elbette bu soruyu?
Ben düşündüm sevgili okur...
İlk önce Kur’an’da Allah’ın bana kaç defa “... düşünmez misin?” dediğini düşündüm. Yaptığım araştırmalarda, çeşitli ayetlerde, yaklaşık 80 defa insanın düşünmesi üzerine emir olduğunu gördüm. Sadece Bakara Suresi’nde bile 8 yerde düşünmekle ilgili ayet var sevgili okur. Hadi onları da yazayım buraya, gerisini lütfen sen bul, olur mu?
BAKARA SURESİ
63 …Daima hatırlayın (düşünün), umulur ki korunursunuz.
64 …Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini gösterir.
65 …Yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır.
2l9 …Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.
220 …Dünya ve ahiret hakkında (lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin).
221 …Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
222 …Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız.
223 …İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri açıklar.
Biz, yeryüzündeki tüm Müslümanların unuttuğu, terk ettiği bu “düşünme” kavramını hayatımızın her safhasına yeniden sokmadıkça, içinde bulunduğumuz şu “zavallı” durumdan kurtulamayacağız maalesef. Bunu ben değil, ayetler söylüyor. Zavallı, dediğim için kızacaksınız belki, ama öyle. İşte size düşünmeye başlamak için bir fırsat; bu yazar niye “zavallı” dedi? Kızmadan önce düşünün.
Bizler genel itibarıyla, buz dağının görünen yüzüyle ilgileniriz hep, yani görmek bizim için en önemli öğrenme aracıdır. O halde görmeyen kardeşlerimiz için hangi cümleyi kuracağız? Görmek, duyu organlarımızdan biri sadece ve gördüğümüze yüklediğimiz anlam da ancak ve ancak bilgimiz kadardır. Bilmek için sadece görmek yeterli değil yani.
Bilmek için aynı zamanda düşünmesini de bilmek gerekir. Düşünmesini öğrendiğimiz ve bunu bizim doğal bir parçamız haline getirdiğimiz andan itibaren kazanacağımız farkındalıklar, bizi, bulunduğumuz yerden çok çok daha ileriye taşıyarak, en iyi versiyonumuzu ortaya çıkaracaktır. Çoğumuz en iyi versiyonumuzu gösteremeden göçüp gidiyoruz bu hayattan.
Düşünmek, insana ilk önce neden şu an orada ve o halde olduğunu öğretir. Bulunduğu o yer ve o halden memnun olup olmadığını öğretir. Memnunsa bunu korumak ve daha da iyi hale getirmek için ne yapması gerektiğini öğretir. Memnun değilse, nasıl değiştireceğini öğretir.
Doğduğumuz andan itibaren “saygı” kisvesi altında daima “sus” diye büyütülen bir Müslüman topluluğundan söz ediyorum. “Sus” ve sadece “benim izin verdiğim kadar” konuş. “Sen düşünme, ben ya da bazı hoca efendiler senin yerine düşünürüz, sen akşam ne yiyeceğini düşün sadece!” ya da “Yarın sabah kalktığında ne giyeceğini!” “Ne gerek var ki sen şimdi açacaksın Kur’an’ı okuyacaksın anlamaya çalışacaksın bir saat. Bak ben anlatıyorum sana! Bu benim işim olsun, sen başka işlere bak!” cümlelerinin gölgesinde büyütülen bir Müslüman topluluğundan söz ediyorum. Bakmayın sağınıza soluna, o Müslüman sizsiniz, benim!
Diğer dinlerdeki gibi bir ruhban sınıfımızın olduğunun farkında mısınız? “Din”i tekellerinde tutmaya çalışan, dinle insanlar üzerinde etkili olmaya çalışan, dinle korkutan, dinle uyutan, dinle coşturan, dinle dinden çıkaran bir ruhban sınıfı!
Rica ediyorum ilk önce bunu düşünün. Biz inananlar olarak, elimizde tuttuğumuz Kur’an-ı Kerim’in her birimize indiğini, her birimizin onu anlamakla mükellef olduğumuzu bilmemiz lazım. Bir başkasının bize anlatarak yaşadığımız din, o anlatıcının dini olur, bizim değil. Yarın hesap gününde kuracağımız şöyle bir cümle bizi aklamaz: “Ya Rab! Ben falanca kişinin açıkladığı Kur’an ve dini bilgilere göre amel ettim.”
Peki soruyorum size; Allah bizim bu savunmamıza ne diyecektir dersiniz?
|